İnsanların topluluk içinde kendini tanıması, başkalarını anlaması, diğer insanları adeta okuması, niyetlerini ve motivasyonlarını anlama kapasitesi, “Sosyal Zekâ” olarak tanımlanmaktadır. Elbette başka tanımları da vardır. Biz bununla yetinelim.
Hepimiz şahit olmuşuzdur; bazı insanlar ile birlikte olmak bize çok iyi gelir. Dinlendiğimizi, anlaşıldığımızı, sevildiğimizi, sayıldığımızı, iyi yaptıklarımızın uygun cümleler ile takdir edildiğini, varsa eksiklerimizin yine en iyi geri bildirimler ile bize aktarıldığını iliklerimize kadar hissederiz. Bazı insanlar ile de tam tersini yaşarız. Ortada hiçbir sebep yokken kendimizi gergin, sinirli, söylenen her şeyi olumsuz yorumlayabilecek psikolojide bulduğumuz olur. Bu insanlar ile bir araya geldiğimizde, konu ne olursa olsun laf sokuşturan, en iyi bildiğimiz konuda bile ne kadar yetersiz olduğumuzu hissettirmeye çalışan, üsten bakan, her şeyi bilen, söz söyletmeyen, yokmuşuz gibi davranan bir tutumu hissederiz. Elbette bir de bizim insanlara hissettirdiklerimiz var.
Sosyal zekâ literatürü içerisinde ilişki, iletişim yönetiminde çok önemli bir yere sahip olan davranış biçimleri, sürekli bilimsel tespitler ile anlaşılmaya çalışılıyor. Bu çalışmalardan birini de psikolog ve yönetim danışmanı olan Karl Albrecht’in “Sosyal Zekâ - Başarının Yeni İlmi” adlı çalışmasında görüyoruz. Albrecht söz konusu kitabında, danışmanlık yaptığı insanlara yönelttiği ve sosyal zekânın anlaşılmasına önemli bir katkı sağladığını düşündüğü bir sorudan bahsediyor. Soruyu okuyunca eminim siz de benim gibi, son derece basit görünmekle beraber, çok güçlü bir soru olduğunu göreceksiniz. Çünkü bu soru insanı kökten sarsarak, hatırlayabildiği en eski sosyal hayatından güncele kadar her şeyi gözden geçirmesini sağlıyor.
Peki nedir bu soru? Bu soru; içinde bulunduğunuz topluluklardaki insanları bir tasnife tabi tutacak olur isek, kimlerin tutum ve davranışları besleyici, kimilerininkini de zehirleyici bulduğumuzdur. Burada kalmıyor soru, daha önemlisi bizim bir birey olarak içinde bulunduğumuz topluluklardaki diğer insanlar için olan durumumuzu sorgulatıyor; diğer insanlar için biz besleyen miyiz, zehirleyen mi?
Eser sahibinin ortaya koyduğu çalışmaya hürmeten O’nun metodu ile devam edelim. K.Albrecht insanların davranışlarını tarif ederken zehirli tutum ve davranıştan; başkalarını değersiz, yetersiz, kızgın, sinirli ve suçlu hissetmelerine sebep olan davranışları kast ettiğini söyler. Besleyen davranışlardan da başkalarının değerli, yetenekli, sevildiğini, saygı duyulduğunu, takdir edildiğini hissettiren davranışları kastettiğini belirtir. Bu tasnifin çok anlamlı ve pratik olduğunu görüyoruz.
Buradan hareketle biz de beş soru soralım;
- Çevremizde olup, gördüğümüzde; kendimizi yeterli, değerli, sevgiyi, saygıyı, takdiri hakkettiğimiz hissini bize kimler yaşatıyor?
- Varlığı ile bize değersizmişiz, yetersizmişiz, ezikmişiz, kızgın ve sinirliymişiz hissini kim veya kimler yaşatıyor?
- Acaba biz kimleri besliyor, kimleri zehirliyoruz?
- Bunların ne kadar farkındayız?
- Bir insan hep besleyen veya hep zehirleyen midir?
Tamda buraya gelmişken bir de dip not düşelim; sosyal zekâ eğitimleri sırasında yapılan anketlerin sonuçlarına göre, hepimizin tahmin edebileceği ve fakat yine de şaşırtıcı olan bir sonuç var. O da insanların çok önemli bir kısmı kendisini besleyen olarak görürken, başkalarını zehirleyen olarak değerlendiriyor olmasıdır!
Düşünmek, kendimizi ve çevremizdeki insanları analiz etmek için sözü daha fazla uzatmadan konuya burada bir virgül koymak uygun olacaktır. Besleyen miyiz, zehirleyen mi başlığı, sizi bilmem ama beni çok düşündürdü. Bunu, durumumu analiz için ilk adım saydım. Malumunuz stratejik düşünmenin ilk adımı mevcudu analiz etmek, envanteri çıkarmaktır. İkinci adımda nereye ulaşmak istediğimizi, yani vizyonumuzu oluştururuz. Şimdilik biz birinci adımda kalıp neredeyiz sorusuna cevap arayalım. Verdiğimiz cevaplar bizi bir sonraki adım olan “Sosyal Zekâ Profili”ne götürecektir. O da ayrı bir değerlendirme başlığıdır.
Keşfimiz bol, kavrayışımız derin olsun.
Ünsal SÖZBİR